ALPER LÜTFİ GÖNCÜ

Tarih: 14.02.2025 10:04

ALTI ANDAVAL TAŞI ÜSTÜ HALKIN GÖZYAŞI

Facebook Twitter Linked-in

Türk milletinin kültürel kodlarında da taş önemli bir yer tutar. Her dönemde taşların kutsallığına, koruyucu ruhu olup uğur getirdiğine ve tedavi edici özellikleri bulunduğuna inanılmıştır. Şamanların, şifacıların doğal taşlarla yaptıkları ampirik uygulamalar ile Anadolu Halk Hekimliği kapsamında ocaklarda bulunan hacılar, hocalar, üfürükçüler tarafından gerçekleştirilen “Parpılama” yolu ile tedavi yöntemi yüzyıllar boyunca popülerliğini korumuştur.

Geleneksel yapı teknikleri nesilden nesle aktarılırken uygarlığın ilerlemesiyle taşın kullanım alanları genişlemiş, köprüler kaleler hanlar hamamlar, saraylar kervansaraylar, camiler kiliseler, şehirler inşa edilmiş birçok medeniyette taş işçiliğinin şâhikaları vücuda getirilmiştir.

Türklerin yerleşik düzene geçmelerinin ardından Anadolu’ya girişleriyle birlikte ortaya çıkardıkları eserleri incelediğimizde Taş Medeniyetinden söz etmek yanlış olmaz.

Anıtsal eserler süsleme sanatlarında ve nakşedilen desenler, taşlara kazınan hikayelerle Anadolu’da kendine has bir üslûp kazanmıştır

Niğde ve çevresi kadim uygarlıklardan itibaren pek çok yerleşime ev sahipliği yapmış, taş işleme sanatının en nadide eserleri arasında sayılan anıtsal yapılar burada ortaya çıkmıştır. 

Anadolu Selçuklu, Karamanoğulları, İlhanlı, Eretna ve Osmanlı mimarisinin anıtsal eserlerini her devrin üslûbuna uygun olarak Niğde’de görebilmek mümkündür. 

Sadece ana binanın inşasında değil iç ve dış bezemelerde, anıtsal taç kapılarda, sütun başları ve mezar taşlarında, hele de Selçuklu döneminin şaheserlerinden Hüdavent Hatun Türbesi, Alaeddin Camii ile Karamanoğlu eseri olan Akmedrese’de taşın oya gibi işlendiği, geometrik örgü ve geçmelerle, tarihin taşlara yazıldığı görülür.  

Şehrin sivil mimarisinde kübik veya dikdörtgen kesme taşlar göze çarparken yazlık olarak kullanılan bağ evlerinde daha derme çatma bir taş işçiliğinden söz edebiliriz. Eski taş ustaları Anadolu’nun hemen her yerinde zarif taş işçiliği olan binalar inşa ederken Niğde’yi de en güzel eserleriyle süslediler. Özellikle Tanzimat’tan sonra açılan kiliseler, okullar ve devlet binaları, şehrin özgün mimari karakteristiğini yansıtarak hassas işçilikleriyle göz doldurdular.

Ermeni taş ustalarının eseri olan Kadıoğlu Konağı, zarif işçiliğiyle Saat Kulesi, günümüzde Öğretmenevi olarak kullanılan eski Sakarya İlkokulu binası, bunlardan bazılarıdır. 

Mahallelerdeki soku taşları, binek taşları, sadaka taşları onca ağırlıklarına rağmen bir gecede buhar olup, antikacılara satıldıktan sonra şimdi kim bilir hangi otelin bahçesinde dekor oldu.

Müzede muhafaza edilmesi gereken Kemerhisar- Tyana menşeili mermer işlemeli güneş saati Bor Üstün Park’ta öylece durmakta olduğunu da pek bilen yoktur. 

Sütun başlıkları, fıskiye özellikli havuz mermerleri, kapı taşları, köşe taşları ve daha nice tarihi taş eser yeni nesil villacıların bahçelerinde teşhir edilip eşe dosta gösterilir.      

      

NİĞDE TAŞLARI

Seyyahlar sabahın ilk ışıklarıyla Niğde’ye girerken şehrin silüetinin altın sarısı yansımalar yaptığına vurgu yaparlar. Bu taş volkanik karakterdeki Sarı Trakit taşıdır. Umumiyetle bu taştan inşa edilmiş olan geleneksel Niğde evleri, güneş vurduğunda altın sarısı yansıma yaparak göz doldururken Alâeddin Camii’nin mukarnas oymalı doğu kapısında da örgü saçlı kız figürü belirir. Söylentiye göre caminin baş mimarı Mahmut oğlu Sıddık, gizli aşkını ana portale nakşederken kendinin ve kardeşinin silüetlerini de büyük bir maharetle kapıya işlemiştir. Üç boyutlu bir resme bakar gibi, bir süre odaklanıp sonra da gözümüzü kıstığımızda kapı üzerindeki kız figürüne ilâveten, taş ustalarının, Karagöz-Hacivat silüetini andıran yansımalarını da görebiliriz.

Karakteristik Niğde taşı olan sarı Trakit; Niğde’nin çok yakınındaki ocaklardan çıkarılmaktaydı. Bunların en ünlüsü, Kayabaşı Mahallesi- Taşkesti mevkiindeki taş ocağıydı. Günümüzde etrafını ot bürümüş, âtıl vaziyette duran ocak, bir zamanlar Güllüce taş ocağıyla birlikte Niğde’nin yapı taşlarının temin edildiği başlıca kaynaktı.

Eczası Naim Erem’in sülâlesi, Niğde’de Taşçıhafızlar olarak bilinir. Bu lakabın ortaya çıkışı şöyledir: Babası, Naim efendiyi Hafız Osman mektebine gönderir. Ancak sık sık okuldan kaçtığı için Taşkesti ocağına çırak olarak verilir. Burada çalışmak ona çok ağır gelir ve okula geri dönüp hafız olur. O gün bugün sülâle Taşçıhafızlar olarak anılır. 

 

Şimdilerde bu ocaklar ekonomik ömürlerini tamamladıkları gerekçesiyle terk edildi. Bağ bağçede kullanmak için taş ihtiyacı olanlar eski evlerin enkazından toplanan hazır kesilmiş taşları kullandılar. Taş bulamayanlar, hiçbir estetik kaygı gütmeden duvarlarını; tuğla, briket, bims vb malzemeyle yükseltip ilâveler yaptılar. 

Kayardı da ince işçilikle yapılmış duvar örneği

Kayardı’da estetikten yoksun gelişigüzel yapılmış bir duvar örneği

 

Hayatlarına gizem katmayı seven kimi arkadaşlar, bağ evleri veya villalarının duvarlarını, OZ Büyücüsü’ndeki teneke adamın tırmandığı duvar kadar yüksek yapma sevdasına kapılıp, kadim deve duvarlarına öykünerek mahremiyet hesabına, minare boyu duvar ördürdüler. Bu zihniyet, otomobillerinin camlarına da en koyusundan siyah film çektirmeyi de pek sever…

Halbuki eskiden Kayardı’da bahçeden bahçeye açılan, Hobbit evlerinin kapısı boyutunda komşu kapıları vardı. Herkes birbirinin evine gün boyu girer çıkardı. Bu komşuluk şekli günümüzde çok cılız şekilde devam etse de Kayardı’nın, komşusuyla kavgalı yeni nesil sakinleri kendi kozalarında yaşamayı tercih eder hale geldi.    

Doğal taşlar, başka hiçbir inşaat malzemesinde olmayan renk ve özelliklere sahip olup yıllara meydan okuyarak yapılarda boy gösterirler. Kehribarın, yıllar geçtikçe renk alması gibi zamanla çok daha güzel görünüm kazanır, işin ehli ustaların elinde sanat eserine dönüşürler.

Doğal taşın ısı iletkenliği ve ısı tutma kapasitesi yüksektir. Taş binalar yaz aylarında aşırı ısınmaz, kışın ise fazla soğumaz. 

Hz. Süleyman Mâbedini inşa eden Hiram Usta devrinden bu yana konvansiyonel el aletleriyle çalışan ustaların o granitlere, mermerlere şekil verip oya gibi işlemelerini akıl almaz. Şimdilerde elimizde her türlü teknoloji varken, lazer kesimleri, diskler, aşındırıcı matkaplar kadim taş işçiliğinin yanından bile geçemez. 

Niğde’de son yıllarda bağ bahçe içine taş bina ve taş duvar yaptırmaya yeniden bir eğilim başladı. 1997 yılından beri III. Derece Doğal Sit alanı olan Kayardı Vadisinde ne yazık ki Koruma Kurulu kararına rağmen yerel mimarinin tamamen dışında – gösterişe yönelik- betonarme villalar yapıldı ve yapılmaya devam ediyor. Halbuki ya tamamen taş, ya da en azından yüzde ellisi taş ve taş kaplama yapılması gerekir diye hüküm olmasına rağmen bölgenin doğal dokusuna ve yerel mimariye uymayan evlerle doldurdular güzelim vadiyi... Evleri yaptıranlara sorsan; “Taş yok, taş ustası yok, maliyet çok” gibi bahaneler üretirler. 

Niğde’nin köklü esnafından, Enver oğlu Halil Çakmak, eskiye olan düşkünlüğünü taşların büyüsü ile harmanlamış; doğru ustalarla çalışıp onları memnun ederek taşların dilini öğrenmiş, adeta taşlara bağımlı hale gelmiş, onlarla hemhâl olmuştur. Hatta soyadını Çakmaktaş olarak değiştirse bile bu saatten sonra yadırganmayacağı aşikârdır.  

Şehir merkezinde kendi mahallesinde yaptırdığı Taş Ev, günümüzde canlı müzik yapılan bir kafe olarak hizmet vermekte, ferah ve yüksek tavanlı mekân, gençlere pozitif enerji yaymaktadır. Halil abinin pazaryerindeki dükkânı, Kayardı’daki evi ile kardeşi Haluk Çakmağın Fertek’te yaptırmakta olduğu villa, taş ustalığı harikası olup; Arif Ördek imzası taşır. 

Niğde şehir merkezinde alın teri döken taş ustalarının sayısı bir elin parmaklarını geçmez. İşin sevindirici tarafı bazı ustaların, oğullarını yetiştirmiş olmalarıdır. 

Niğde’de unutulmaya yüz tutmuş kadim taş işçiliğinin yeniden ayağa kaldırılmasında önemli rol oynayan Halil Çakmak, bundan sonraki hedefinin Niğde’nin muhtelif bölgelerinde, özellikle de Güllüce Köyünde bulunan kadim taş ocağını yeniden faaliyete geçirmek için kulis yapmak olduğunu belirtmektedir.    

1950’li yılların ikinci yarısından itibaren İstanbul başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerinde tarihi binaların yıkım furyasından ne yazık ki Niğde ve Bor’da bulunan taş binalar da nasibini almıştır. Ne hazindir ki 1957 yılından başlayarak anıtsal özelliği olan nice yapı yerle yeksan olmuş, yerlerine sevimsiz apartmanlar, ucube iş merkezleri dikilmiştir.

Yaşadığımız topraklarda var olmamızın kanıtı, adeta tapu senetlerimiz olan anıtsal eserler; camiler, türbeler, tekkeler, zaviyeler, hanlar hamamlar, mezarlıklar Kapitalizmin yarattığı gaddarlıktan payını alıp bir bir yok olurken olana bitene sesini çıkarmayıp tepkisiz kalan, ahâlinin kahir ekseriyeti, imar uğruna, rant uğruna yıkımları ve yok oluşları desteklemiştir.

Bu yıkımlar arasında en can acıtanı II. Abdülhamid döneminin taş işçiliği şaheserlerinden 1890 tarihinde inşâ edilip 1957’de yıktırılan Niğde Hükümet Binasıdır. Şimdi sadece soluk fotoğraflardan tanıdığımız bu haşmetli binanın yapımı ağaların beylerin maddi katkıları ve Niğde halkının omuz vermesiyle tamamlanabilmiştir. Eskiler yokluk içinde yapılan Hükümet binasını; “Altı Andaval Taşı, ortası Güllüce Taşı, üstü Halkın Gözyaşı” olarak tanımlamışlardır.  

Niğde ilk Hükümet Konağı (1890-1957)

 

1966 yılında Niğde Çimento Fabrikasının faaliyete geçmesiyle; eski evler hakir görülmeye, apartman hayatı yüceltilmeye başlandı. Kalburüstü ahali, apartmanda oturmayı statü sembolü sayarken, kaloriferli evleri parmakla gösterir, asansör ise hiç bilinmezdi.

Paşakapı Caddesi açılırken Sarayiçi denilen muhitte bulunan Vali Şefik Soyer’in evi de yıkımdan nasibini aldı.

Çocuk Yuvasının olduğu yerde Binbaşı Şakir Ağa’nın konağı vardı. O da yerle yeksan oldu.

Muhteşem taş binalar; Memleket Hastanesi, Dr. Mehmet Ali Derman’ın yaptırdığı ilk özel hastane olan Derman Evi, Hatta Sungurbey Sosyal Salonu (Halkevi) İş ocağı binası ve daha niceleri de hunharca yıkıldı.

Tarihi Niğde evlerini ve anıtsal özelliği olan taş binaları koruyabilseydik bugün ülke turizmindeki yerimiz ön sıralarda olurdu. Özellikle Kale bölgesindeki yıkılmayan Tescilli binalar aslına uygun şekilde restore edilip halkımızın hizmetine veya turizme açılmalıdır. İvedilikle bu binalar restore edilmediği takdirde, kendi kendilerine yıkılacak olmaları kaçınılmaz olacaktır. Sevindirici olan, Belediyenin Gülüce’deki taş ocağını yeniden faaliyete geçirme kararı almış olmasıdır. Halil Çakmak, bu girişimi gün be gün takip etmektedir. 

Daha düne kadar ilçemiz olan Aksaray, bu konuda da Niğde’yi sollamış, eski ve anıtsal eserleri koruma konusunda hassasiyet göstermiş, Osmanlı ve erken Cumhuriyet yapılarını muhafaza etmiştir. 

Korunması gereken en önemli taş yapılardan birisi de Gebere Barajıdır. Yapımında 1 milyon adet kesme Andezit taşı kullanılan ve Cumhuriyetin ikinci barajı olma özelliğine sahip- Tarihi anıtsal eser niteliğindeki Gebere Barajı için Kayserili müteahhit Arif Molu kilometrelerce öteden develerle Andezit getirterek Pere taşı olarak baraj setine dizdirmiştir. 

Bağrına taş basan, bir taşla iki kuş vuran, taşı sıksa suyunu çıkaran, ekmeğini taştan çıkaran, başına gelmedik iş, ayağına değmedik taş olmayan, her taş yerinde ağır deyip ağır taş olmayı başarabilen, hafif taşla neler yapılabileceğini bilen, derenin taşıyla derenin kuşunu vuramayıp baltayı taşa, başını taşlara vuran, taş dişleyen, yeri geldiğinde taşı gediğine oturtup, yazın yaşa kışın taşa oturmayan, attığı taş ürküttüğü kurbağaya değmeyen, Taşa Çaldım Ayva İle Narımı, Hep Harcadım Elde Olan Malımı, Dere Geçit Vermezse Atlarım Taştan Taşa, Bir Taş Attım Alıca, Bir Kuş Vurdum Delice diye türkü yakan betonsever halkımıza selam olsun.

 

Bu kutlu yolda ayağınıza taş değmesin, taş atan kolunuz yorulmasın. 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —