Bir siyasi görüşünüz var, inandığınız bir ideolojiye gönül vermişsiniz; peki neden karşıt görüşe düşman oluyorsunuz? Bir futbol takımı tutuyorsunuz, ruhunuzu ona adamışsınız; ama niçin rakip takıma öfke duyuyorsunuz? Bir dine inanıyorsunuz, o inançla huzur bulmuşsunuz; fakat neden farklı inançlara sahip olanları hor görüyorsunuz? Zenginsiniz, yoksulun halinden bihabersiniz ya da fakirsiniz, varlıklı olanlara kin güdüyorsunuz. Nedir bu içimizdeki durmak bilmeyen düşmanlık ateşi?
Bir düşünelim! Neden farklı olanı anlamak yerine ötekileştiriyoruz? Neden bir yolun yolcusu olmak demek, diğer yolları taşlamak anlamına geliyor? Her birimiz, kalplerimizde sevgiyi büyütmek için yaratılmışken, kin ve nefretle yolumuzu karartıyoruz. Oysa ki dünya, hepimizin aynı gökyüzünü paylaştığı, aynı nefesi aldığı bir yer değil mi?
Edebiyatın, sanatın, insanlığın özü bu değil miydi; çeşitlilik içinde birlik, farklılık içinde uyum? Tarih boyunca nice büyük insan, ayrışmak yerine birleşmeyi, farklılıklarla zenginleşmeyi savunmuşken, biz neden bunca yıldan sonra hâlâ aynı ayrılık tuzağına düşüyoruz?
Bir fikri savunmak, bir ideolojiye bağlı olmak ya da bir inanca gönül vermek, bizi daha iyi insanlar yapmalıydı aslında. İnandığımız değerler, bizi empatiye, hoşgörüye ve anlayışa yönlendirmeli değil miydi? Peki neden, her kimliğin ardında bir düşmanlık yaratıyoruz? Neden kendi yetersizliğimizi ve eksikliklerimizi başkalarına yansıtarak kendimize düşman arıyoruz?
Düşüncelerin, inançların ve yaşam tarzlarının çeşitliliği, insan olmanın doğasında vardır. Farklılıklarımızla büyür, zenginleşiriz. Bir ağacın dalları gibi, her birimiz başka bir yöne uzanırız; ama köklerimiz aynıdır, toprağımız birdir. Hepimiz aynı hayat ağacının meyvesiyiz, aynı havayı soluyor, aynı güneşin altında yaşıyoruz. Ancak biz, o dallar arasında köprü kurmak yerine duvar örmeyi tercih ediyoruz.
Düşmanlık, insan ruhunu çürütür; sevgiyi, umudu ve insanlığı köreltir. İçinde büyüttüğümüz bu nefret, önce kendimizi sonra dünyayı yok eder. Bir fikre, bir inanca, bir takıma bağlı olmak, bizi daha iyi bir insan yapacaksa, önce karşımızdakini anlamayı öğrenmeliyiz. Bir diğerinin gözünden bakmayı, bir başkasının acısını hissetmeyi, farklı olana kucak açmayı becerebilmeliyiz.
Düşmanlıkla büyüyen bir toplum, ne kendine ne de başkasına huzur getirebilir. Oysa ki, birbirimizin eksikliklerini hoşgörüyle karşılayabilsek, farklılıklarımızı bir zenginlik olarak görebilsek, bu dünya daha yaşanabilir bir yer olurdu. Sevgiyle büyüyen bir toplum, yaralarını sarar, geleceğe umutla bakar.
Bugün, bir kez daha düşünelim. İçimizdeki bu düşmanlık tohumlarını kökünden söküp atmak için adım atalım. Fikirlerimizde farklı olabiliriz, inançlarımız, renklerimiz, dillerimiz başka olabilir. Ama aynı toprağın çocuklarıyız. Hepimiz, dünyaya sevgiyle, umutla bakmayı hak ediyoruz.
Nedir bu düşmanlık? Kimin kalbine, hangi derde şifa oldu? Gelin, farklılıklarımızla birlikte bir bütün oluşturalım. Düşmanlık değil, hoşgörü büyütelim. İnsan olmanın, sevgiyle var olmanın güzelliğini bir kez daha hatırlayalım. Ötekileştirmenin değil, kucaklaşmanın ne kadar değerli olduğunu fark edelim.
Belki de asıl güç, en farklı olanda bile kendimize benzer bir yan bulabilmektir. İşte o zaman insan oluruz, o zaman dünya güzelleşir.