İnsan, hangi ırktan hangi dine mensup hangi milletten olursa olsun, ten rengi, saç rengi ve göz rengi ne olursa olsun, zengin fakir ayırt etmeden eşit haklarla yaşamalıdır.
İnsan hakları ile ilgili tarihte birçok çalışmalar olmuştur. İnsan hakları felsefesini ilk anlatan felsefe akımı Sofizm olmuştur. Yine peygamber efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (sav) tarafından Medine Sözleşmesi hazırlanmıştır. Bu sözleşme ile birlikte Müslümanların, Yahudilerin, Hristiyanların ve diğer dinlere inanan insanlarla birlikte değişik ırk ve milletteki insanların hakları bir sözleşmeyle başlamıştır. Erkek, kadın, çocuk ve yaşlılar başta olmak üzere insanların temel hak ve özgürlüklerinin belirlendiği “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” 1984 yılında Birleşmiş Milletlerde kabul edilmiştir.
Hiç birimiz doğarken ırkımızı, milliyetimizi, dinimizi, derimizin rengini, göz ve saç rengimizi seçemiyoruz. Hangi coğrafyada, hangi yılda dünyaya gelmeyi de bizler belirleyemiyoruz. Annemizin ve babamızın kim olacağına biz karar veremiyoruz. Kardeşlerimizin kim olacağını tercih edemiyoruz. Hangi ülkede dünyaya geleceğimize biz karar veremiyoruz. Zengin ya da fakir ailenin çocuğu olmaya, gelişmiş veya az gelişmiş bir ülkenin ferdi olmaya biz karar veremiyoruz. Hâl böyleyken dünyada yaşayan tüm insanların eşit olması gerekir. Bütün insanlar temel hak ve özgürlüklerden eşit ve adil bir şekilde faydalanması gerekmektedir. Ceza yasalarının hiçbir zümre, millet ve din mensubu ayrımı gözetmeden adil bir şekilde uygulanması gerekmektedir. Kanunların ve yasaların zengin fakir ve güçlü güçsüz demeden eşit olarak uygulanması gerekmektedir. Ama maalesef durum hiçte böyle değil. Zaten böyle olmadığı için insan hakları ile ilgili sözleşmeler, bildirgeler ve beyannameler çıkmıştır. Modern dünyada yaşamamıza rağmen dünyada geçerli olan bir tek kanun vardır. O da maalesef “Orman Kanunu”dur.
Güçlünün her zaman haklı olduğu, güçsüzün daima haksız kabul edildiği bir kanundur. Büyük balık küçük balığı her zaman yer. Güçlü güçsüz karşısında her zaman haklıdır. Çünkü güçlüdür. Gücü bazen maddi zenginlikten gelir, bazen bulunduğu makamdan gelir. Hindistan’daki kast sistemi de tam bu durumu anlatmaktadır. Kast sisteminin birinci tabakasında rahipler ve bilginler vardır. İkinci tabakasında askerler ve prensler vardır. Üçüncü tabakasında tüccarlar ve çiftçiler vardır. Dördüncü tabakasında ise işçiler ve köleler vardır. İnsanlık artık hiçbir sınıf ayrımını kabul etmemelidir. İnsanlar hiçbir ayrım gözetilmeden fırsat eşitliğine kavuşmalıdırlar.
Tarihten günümüze baktığımızda Amerika kıtasını keşfeden İngilizler Amerikan yerlileri olarak isimlendirdiğimiz Kızılderililere tam anlamıyla bir soykırım düzenlemişlerdir. Yine Amerikalılar yüzyıllarca sömürge olarak yönettikleri siyah tenli insanları Amerika kıtasına taşımışlar ve köle olarak kullanmışlardır. Bugün dahi Amerika’da siyah tenli Afrika kökenli insanlar fiziki ve psikolojik şiddete maruz kalmaktadırlar.
Beyaz tenli insanların sahip olduğu fırsatlara siyah tenli insanlar ulaşamamaktadır. Aynı şekilde Fransa Kuzey Afrika ülkelerini sömürürken yerli insanlara birçok işkence yapmışlardır. İkinci dünya savaşı sırasında Hitler yönetimindeki Almanya’nın Yahudilere uyguladığı soykırımı bizler kitaplardan okuyarak, belgesellerden izleyerek haberdar oluyoruz. Nazilerin, Yahudilerin derilerinden ev dekorasyonları için hediyelik eşya dahi yaptıkları acı bir gerçektir. Günümüze baktığımızda ise İsrail’in 1960’lı yıllardan bu güne Kudüs’te ve Gazze’de yaşayan Müslümanlara yönelik yaptığı insanlık suçlarını haber bültenlerinde izlemekteyiz.
Irak İşgalinde ABD’nin Iraklı vatandaşlara yaptığı işkence de bir insanlık suçu olarak önümüzde durmaktadır. Suriye iç savaşında yaşanan insanlık suçlarına da değinmemiz gerekmektedir. Aynı şekilde Myanmar’da Müslümanlara karşı yapılan insanlık dramları, Çin’de Uygur Türklerinin maruz kaldığı işkenceler ve kısıtlamalar bir insanlık suçu olarak varlıklarını sürdürmektedir.
Bütün bunlar bizlere gösteriyor ki demokrasi ne kadar dillendirilirse dillendirilsin, İnsan Hakları Bildirgesi başta olmak üzere ne kadar beyanname ilan edilirse edilsin, güçlüler zulümlerini yapmaya devam etmektedir. Bütün bu alınan kararlara uyulmadıktan sonra uluslararası örgütlerin aldığı kararlar hiçbir anlam ifade etmemektedir.
Son söz: “Bir yerdeki adaletsizlik, her yerdeki adalete tehdittir.” Martin Luther King