Türkiye’nin son yıllarda tanık olduğu en sıra dışı toplumsal ve siyasal fenomenlerden biri, kuşkusuz Sedat Peker isminin kamuoyu üzerindeki etkisidir. Bir dönem görmezden gelinen, sonra bir anda ülkenin gündemini belirleyen video serileriyle Peker, alışılmış siyasi aktör tanımlarını altüst etti. Ne bir parti lideriydi, ne bir akademisyen, ne de kurumsal bir temsilci… Ancak söylediği her sözün geniş kitlelerce takip edilmesi, toplumun siyasal hafızasında derin bir kırılmayı işaret ediyordu. Bugün yurt dışında bulunmasına rağmen, adı hâlâ tartışmaların odağında. Kamuoyu araştırmalarında kimi zaman “güven” duygusu ile anılması, “parti kursa oy veririm” diyen önemli bir kesimin varlığı iddiaları ve toplumdaki karşılığının devam etmesi; Türkiye’de siyasetin klasik ezberlerinin artık işlemekte zorlandığını gösteriyor. Çünkü burada konuşulan bir kişi değil, bir duygu: adalet arayışı, hesap sorulabilirlik isteği, düzene yönelik toplumsal tepki ve uzun süredir biriken güvensizlik. Asıl dikkat çekici olan ise şu: Sedat Peker, siyaset üstü bir boşluğu işaret ediyor. Devlet ile vatandaş arasındaki güven hattında oluşan çatlaklar, kurumların yıpranması, siyasetin sıradanlaşması ve toplumun alternatif seslere yönelmesi… Bu tablo, sadece Peker’i değil, benzer çıkışların gelecekte de yankı bulabileceğini gösteriyor. Yani mesele kişiden çok, zeminin kendisi. Bu nedenle Türkiye’nin önünde iki yol var: Ya bu toplumsal eğilim görmezden gelinecek, ya da bu ilgi ve tepkinin kökleri okunarak demokratik sistem güçlendirilecek. Bir aktörün ülkede olup olmaması, hukuki süreçlerinin nasıl yürüdüğü ya da siyasete dâhil olup olmayacağı tartışılabilir; fakat göz ardı edilemeyecek gerçek şudur: Toplum, artık farklı seslere kulak veren, şeffaf, hesap verebilir ve güven inşa eden bir siyaset talep ediyor. Sedat Peker’in Türkiye’ye dönüp dönmeyeceği, aktif siyasete girip girmeyeceği ya da kamusal rolünün nasıl şekilleneceği ayrı bir başlık… Ancak bugünün asıl sorusu şudur: Toplum neden bir figürü bu denli etkili kılıyor? Bu soruya verilecek samimi yanıt, ülkenin gelecekteki siyasal dengelerini belirleyecek. Ve belki de dönüm noktası tam burada gizli: Gücü belirleyen artık makamlar değil, toplumun içten içe biriktirdiği duygu dalgası. O dalga yön değiştirirse, Türkiye’nin siyasi manzarası da değişir. İşte bu yüzden, olup biteni yalnızca izlemek değil, doğru okumak gerekir.



