Gazze’de artık her yeni gün, yeni bir felaket demek. Birleşmiş Milletler verilerine göre can kaybı 65 bini aşmış durumda, yüz binlerce yaralı yardım bekliyor. Çadır kentler, okullar ve hatta hastaneler bile saldırıların hedefi oluyor. Savaşın başından bu yana sivillerin hiçbir yerde güvenliği kalmadı.
Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi, defalarca ateşkes çağrısı yaptı; Uluslararası Adalet Divanı, İsrail’e sivilleri koruma yükümlülüğünü hatırlattı. Ancak sonuç değişmedi. Dünya seyirci, Gazze’de insanlar yok oluyor.
Türkiye’nin Rolü
Türkiye bugüne dek bazı yaralı ve refakatçileri ülkeye getirerek tedavi altına aldı. Ancak tablo artık daha kapsamlı bir adımı zorunlu kılıyor. Çünkü ortada sadece sağlık sevkiyle çözülemeyecek bir varlık-yokluk mücadelesi var. Türkiye, Suriyelilerde olduğu gibi büyük kitleleri kayıt altına alabilen, barınma ve eğitim imkânı sunabilen bir kapasiteye sahip. Eksikleri olsa da kurumsal altyapı var. Bu deneyim, Gazze’den gelebilecek sınırlı sayıdaki sivil için kullanılabilir
Nasıl Olmalı?
Öncelik, kendi rızasıyla ayrılmak isteyen, ağır yaralılar, yetimler, hamileler ve bebekli ailelerde olmalı. Mısır ve Katar üzerinden sağlanacak bir insani koridor, BM şemsiyesi altında çalıştırılmalı.
Türkiye’ye getirilecek bu siviller için geçici koruma statüsü tanımlanmalı. 3 ya da 4 yıl süreyle barınma, sağlık ve eğitim imkânı sağlanmalı, ancak geri dönüş hakkı saklı tutulmalı. Böylece bu adım, “kalıcı göç” değil, hayatta kalmaları için bir nefes olur.
Neden En Doğru Hamle?
Çünkü Gazze’de şu anda yaşam hakkı korunamıyor. İnsanların önce hayatta kalması gerekiyor. Türkiye’nin insani tahliye ve geçici koruma planı, hem vicdani bir sorumluluk hem de bölgesel barış için stratejik bir adım olur.
“Bir avuç kalan Filistinli kardeşimizi” hayatta tutmak, Türkiye’nin tarihi ve insani misyonunun bir gereğidir. Çünkü bazen en doğru dış politika, önce insanı kurtarmaktır.