Zaman olur, bir taşın üstüne gölgelik oluruz. Dikenli yollarda ayak oluruz. Hiçbir karşılık beklemeden bir omza rüzgâr keser, geceye ışık oluruz. Bazılarıysa kendisine kurulan sofranın, uzatılan elin, siper olunan fırtınanın ne kıymetini bilir, ne de hatırını. Zamanla büyüttüğümüz o gölgeler, büyüdükçe bizi karanlık sanır. Unuturlar ki, gölge ışığın çocuğudur; yokluğuysa kendi körlüklerinden ibarettir.
Bir zamanlar adım attığında arkasını kollayan bizdik. Düşmesin diye omzumuza bastı, yükselsin diye dualarımıza yaslandı. Sonra birden… Zehirli bir ırmak gibi aktı içindeki kibir. Sanırsın aynaya her baktığında bir dev görür. Oysa biz biliriz, onun baktığı aynanın çerçevesi çatlak, camı pusludur.
Şimdi konuşuyor, bağırıyor, olmadık yerlerde tuşlara basıyor. Sanıyor ki sesini duyuruyor. Oysa yankısı sadece kendi içindeki boşlukta çarpıp duruyor. Aptallıklarını strateji, sefilliklerini özgürlük, acizliklerini cesaret zannedenlerin sonu, kendi sesinde boğulmak olur. Biz sessiziz, çünkü hakikat bağırmaz. Hakikat, zamanı geldiğinde iner ve hesabı dürer.
Toplum denilen terazide kimin ne ağırlıkta olduğunu biz değil, herkes görüyor. İtibar, altın gibi saklanmaz; ışığını kendi saçar. Bizim adımız yılların emeğiyle dokunmuşken, onunki bir anda parlayıp sönen sönük bir kıvılcımdır. Üstelik rüzgâr da bizdendir, ateşini savuracak olan yine biziz.
Ey nankör! Unutma; biz susuyorsak bu merhametimizdendir, korkumuzdan değil. Ve sabrımızın sonu, tarihin her zaman yazdığı gibi: ders olur, ibret olur, hatta bazen tokat olur. Kim neyi hak ettiyse, vakti geldiğinde alnına yazılır. Senin alnına ne yazıldığını biz değil, karakterin belirledi. Ve karakter dediğin şey, bir gün herkesin çıplak kaldığı anda en yüksek perdeden konuşur.
Zaman gelir, herkes yaptığının karşılığını alır. Senin nasibinse çoktan hazırlandı.