Türbe etrafındaki parkta oynamaktan sıkıldığım zamanlar, sekizgen türbeyi çepeçevre saran kuşak üzerinde koşturarak eğlenirdim. O vakitler türbe kapısı mıh gibi kapalı olduğundan içeriyi merak eder, demir kapının gizemli bir dünyaya açıldığını düşünürdüm.
Park dediğimiz de üç beş gül fidanıyla, kırık dökük mazı ve çam ağaçlarından ibaret olsa da, umumî manzara günümüzden kat be kat iyiydi. Türbe etrafındaki yapılaşma bugünkü kadar vahşi ve anlamsız değildi. Hele o düğün salonu mu sosyal tesis mi ucube mimarisiyle türbe silüetini gölgeleyen ve acilen tıraşlanması gereken yapı henüz ortada yoktu. Türbe, önceki senelerde Ortaokul bahçesinin içinde kaldığından hem daha iyi korunmuş hem de eski öğrenci fotoğrafları hep türbe merkezli çekilmiştir.
O vakitler türbe caddesi gidiş geliş olarak ulaşıma açıktı. Kırk yılda bir geçen otomobillerin dışında, at arabası ve faytonlar eksik olmazdı.
Cumhuriyet öncesi fotoğraflarda, Türbenin hemen yanında yıkık bir türbe daha olduğu görülür. Bu İlhanlı döneminde inşa edilen El-Melekî türbesi olup, günümüzde yerinde yeller esmektedir. Neyse ki 1933 yılında Hüdavend ve Gündoğdu türbeleri Anıtlar Kurulunca restore ettirilmiştir. Bir vakitler İmaret Tarlası denilen bu bölgenin tamamı kabristan idi. Diriyi geçtik, ölüye bile rahat vermeyen zihniyet onları Derbent mezarlığına taşıdı.
Niğde’nin başı bir türlü göğe ermiyorsa bunun nedeninin şehit mezarlarını yok ederek üzerine beton dikmek olduğunu söyleyebiliriz. Günümüzden çok seneler önce başlayan talana dur demek, kimsenin aklına gelmediği gibi, rant uğruna birçok yıkıma göz yumulmuş, halkın da buna sessiz kaldığı gözlenmiştir.
Şimdilerde İnönü Mahallesine dâhil edilen Yenice Mahallesindeki taş evlerden bazıları, yıkılan eski binalardan sökülen taşlarla inşa edilirken, Şehitler Mahallesindeki çeşme ve arklarda mezar taşlarının kullanılmış olması kimsenin garibine gitmez.
Yıllar boyu kaderine boyun eğmiş olan taş binalar yıkılmaya yüz tutarken türbelerin tepesinde ot bitmiş, taşları aşınmış, kazınmış, duvarları sprey boya terörüne maruz kalmıştır. İşin hazin tarafı bu terkedilmiştik kimseyi rahatsız etmemiştir.
Yıllar sonra bir kültür müdürü çıkmış, kurumları harekete geçirerek türbe ve çevresinin bakımlarını yaptırıp hem Hüdavend hem de Gündoğdu türbe çatılarını, görevlendirdiği uzman arkeolog ile beraber sepetli vinç kiralayarak traş ettirip pestisit uygulaması yaptırmıştır. Günümüzde türbeler, kuaförden yeni çıkan mağrur bir dilber edasıyla yıllara meydan okumaktadırlar.
Niğde’nin göz bebeği sayılan Hüdavent Hatun Türbesi, geceleri, gerektiği gibi aydınlatılmayınca, etrafındaki ağaç diplerinde her türlü melânet ve fuhşiyat dönmekte, duvar dipleri ile ağaç gövdeleri pisuvar vazifesi görmekteydi. Türbenin fi tarihinde yapılan yerden ışıklandırmasının yıllardan beri bozuk olmasını dert eden de olmayınca Türbenin muhteşem silüeti, gece karanlığı içinde kaybolup gitmişti.
Takdire şayan bir adanmışlıkla türbeyi koruyup kollayan Türbedar Dursun Suna’nın ağlayarak sponsor bulması ve kurumlara yalvarması sonucunda hem türbe içi hem de dışı temizlenip, ışıklandırıldı. Hamiyetli vatandaşlar ile devlet görevlilerin girişimleri sonucunda türbelerin etrafına yakın markaj MOBESE kameraları takıldı. Bütün bunlar caydırıcı olduğundan it kopuk takımı ivedilikle bölgeyi terk edip şehrin öte mahallelerindeki kuytulara çekildiler.
Geçmiş yıllarda buranın bakım ve temizliğinden güya-sorumlu görevliler, yeşillikleri sulayıp budama-ilâçlama yapacakları, çiçek koparan, taşkın hareketler yapan öğrencileri uyaracakları yerde bir ağaç altına çöküp akıllı telefondan Tik tok bakıp, tırnak kesmişler, türbedar onları ikaz ettiğinde de de “ Ben şunun adamıyım” ben bunun adamıyım” diyerek zavallı adamı kovalayıp gün boyu siftinmişlerdi. Park ve Bahçeler Müdürlüğüne yapılan ikazlar neticesinde, kamera kayıtları da incelenerek bu durumun bir derece düzelmiş olduğunu düşünmekteyiz.
Hüdavent Hatun Türbesinin bir dünya mirası olduğu unutulmamalıdır. Hindistan’ın Agra şehrinde bulunan Tac Mahal’enasıl sahip çıkılıp korunuyorsa, Niğde’nin Tac Mahal’i olan Hüdavend Hatun türbesine de acilen sıkı koruma uygulanıp etrafı çembere alınmalı, çoluk çocuğun oyun alanı olmaktan çıkarılmalı, insan temasının minimize edilip sprey boyayla isim yazan, felsefe yapan graffiticiler püskürtülmelidir. Bunun için, türbe bölgesinde gezinen bekçi sayısı artırılması veya 7-24 usulü güvenlik bekletilmelidir. Eloğlu Tac Mahal bölgesine motorlu taşıt sokmayıp ziyaretçileri elektrikli araçlarla anıtın yanına getirmekteler. Hatta avluya kundura ve terlikle girmek yasak olduğundan millet oraları yalınayak gezer.
Başına buyruk aktörlerinin gelişigüzel yapılarla gölgelediği Türbenin etrafı da acilen açılmalı, taşların üzerindeki yazılar silinmeli, özellikle yağmurdan sonra Gündoğdu Türbesine dolan sulara çözüm bulunmalı, kubbe otları her sene tıraşlanıp derzleri Horasan harcı kullanılarak yenilenmelidir.
Türbe çevresindeki saçmalıklar silsilesinin şâhikası, parktaki kanguru heykelidir. Zamanında hangi aklı evvel düşündüyse; Rükneddin Kılıçaslan, Alaeddin Keykûbat v.s. heykeli yaptıracaklarına parkın ortasına kanguru ve fil heykelleri yerleştirmişlerdir.
Niğde’nin midyesi ve çikolatasına ilâveten Niğde Kangurusu da meşhurmuş da biz bilmiyor muşuz!
İsmail Habib Sevük, 1936-37 yıllarında kaleme almış olduğu Yurttan Yazılar adlı kitabında şöyle diyor:
“ Hüdavend Hatun türbesi aşağıda İmaret Tarlası denen yerdedir. Selçuk hükümdarlarından dördüncü Kılıçaslan’ın kızı Prenses bu türbeyi ölümünden yirmi yıl önce yaptırmıştı. Mimarlık, gözün san’atıdır.; fakat mimarî bir yapı ruha bir şey söyleyen bir mâna taşımayı da bilir. Camiden huşu, kaleden emniyet, köşkten ferahlık, türbeden de hüzün duyarız. Halbuki bu türbe tunçlaşmış altın bir kuş yatmaktadır. Ölümün mahfazası bu kadar dilber olduktan sonra korkunç olmaktan çıkar. Buradaki ölü, mezara değil, mermerin dantelli şiirine gömülü.
Binanın yalnız umumî mânası değil tezyinatı da harika içinde harika. Hani antika mushafların binbir nakışlı kapları vardır. Nakkaşın kitapta yaptığını burada hakkâk, taşta yapmış. Bütün cephe bir mücellid elinden çıkmış gibi duruyor.”
1955 yılında, Afet İnan’la beraber Niğde’ye gelen Ord. Prof. Süheyl Ünver ise Halkevinde yaptığı konuşmada şöyle demiştir: “ Sizler Niğde denilen şehirde değil bir Selçuk müzesi içindesiniz. Bunları merak, onları muhafaza eder. Bir eserden bir taş düşerse âdeta mâtem tutun. Biz bu vatanda onlarla varız. Bunların yalnız meraklısı değil, tiryâkisi de olun.” Sözleri bugün de anlayana nasihat mahiyetindedir.