Sesten rahatsızlık duyma kişiye göre değişmekle birlikte gürültünün ruh sağlığını bozduğu, psikolojik hasara neden olduğu gerçeğini göz ardı etmemek gerekir. İşin hazin tarafı insanımızın, geçim derdi ve hayat telâşesinden büyük şehirlerde gün boyu maruz kaldığı gürültünün farkında olmamasıdır. Şehrin ahenksiz ve kaotik seslerine aldırmayıp onunla yaşayanlar zamanla asabileşip sinir küpü haline gelir, sonra da şehirden kaçış formülü ararlar.
Günümüzden altmış yetmiş sene öncesine kadar şehir sesleri; şimdikinden çok farklıydı.
Mahalle içinde gürültü yapmak, cayırtı koparmak ayıp addedilir, konu komşu rahatsız edilmezdi. Kararında açılan cami hoparlörlerinden yayılan ezan ve selâlar huşû içinde dinlenir, Ramazan davulcusunun gümbürtüsü uzaktan hoş gelirdi. Merkeplerin bile makamla anırdığı şehirlerde, o vakitler pek seyrek olan motorlu taşıtlar gerekmedikçe korna çalmaz, ara gazı vermezlerdi.
Anadolu şehir sesleri umumiyetle; belediye anonsu, tellâl cayırtısı, fayton tıkırtısı, nal şakırtısı, kırbaç şaklaması, ayı oynatıcısı, macuncu, yoğurtçu, bohçacı, saka ve bilumum seyyar satıcı bağırtısı, karga gaklaması ile sahil kesimlerinde martı sesi ve muhtelif kuş cıvıltılarından ibaretti. O vakitler evlerdeki kafeslerde yaygın şekilde öten kanarya veya bülbüller ruhları dinginleştirirken radyodan dinlenen incesaz ile ney taksimi, henüz televizyon ile tanışmamış halkımızın yüreğini titretir, dertler tasalar sazlıklardan havalanan çığırtkan kuşlar misali, uçup giderdi.
Gün akşama kavuşurken; kumrular, serçeler saçaklara çekilip sustuktan sonra yatsı ezanı okunur; bekçi düdüğü, köpek havlaması, bozacı nidası ve şerhoş narasına ilâveten rüzgâr sesi ile gelen yağmur damlaları camlara ürkek vuruşlar yaparken uzaklardan duyulan şimendifer düdüğü gecenin son sesi olur, sabah ezanına eşlik eden horoz ötüşlerine kadar, şehirde çıt çıkmazdı.
Gürültü, rahatsızlık veren ve arzu edilmeyen seslerin bütünü olarak tanımlanırken, Dünya Sağlık Örgütü de gürültüyü, çevre kirliliği olarak kabul etmiş, 104 desibellik ses düzeyini tehlikeli seviye olarak belirlemiştir. Ancak, doğadan kopup şehrin konforuna gömülen metropol sakinleri, hemen her gün, içinde bulundukları bu kakofoniyi kanıksar hale geldiler.
Fabrikalar veya muhtelif iş yerlerinde bütün gün gürültü patırtının içinde mesai yapan mavi yakalılar ile stres altında çalışan beyaz yakalılar paydos ettikten sonra büyükşehir trafiğinin uğultusu, gerekli gereksiz basılan kornalar, ambulans sirenleri, asker uğurlama, maç sonrası coşku, havaya boşaltılan şarjörler, ses tabancaları ile susturucusuz motorlar, davul, zurna ve tamtamların hengâmesi arasında iş çıkışı yorgun argın evlerine ulaşmaya çalışırlar. Genellikle şehirlerin banliyölerinde bulunan toplu konutlar veya güvenlikli sitelerde yaşayan bu arkadaşların oturdukları dairelerin ses yalıtımları zayıf olsa da şehir gürültüsünden ve çılgınlar kalabalığından uzakta olmanın sükûnet hali bu yerleşimleri cazip kılar. En azından buralara seyyar satıcı, hurdacı, overlokçu giremediğinden kafaları rahat ama müteahhit işi duvarlar yalıtımsız olduğundan; komşu didişmesi, mobilya gıcırtısı, elektrik süpürgesi, matkap darbesi, bebek ağlaması, keman egzersizi gibi sesler belli bir süreden sonra sinir bozucu hâle gelebilir.
Hafta sonları kafa dinlemek üzere evlerine çekilenler; hele ki geleneksel mahallelerde oturuyorlarsa, cızırtılı hoparlörden gelen; “Domates, biber, patlıcan” tarzında zerzevat anonslarıyla irkilirler. Doksanlı yıllarda yaşamımızın adeta bir parçası haline gelen “Aygaz” melodisi de zihinlerde yer etmiş, kimileri bu jingle ile duygusal bağ kurmuştu. Günümüzde İstanbul’un mahalle vasfını kaybetmemiş bölgelerinde sembolik şekilde devam eden bu pazarlama melodisi nostaljik çağrışımlar yapmaya devam etmektedir.
Hava kuvvetlerimizin üslerinin bulunduğu; Konya, Eskişehir, Malatya, Diyarbakır ve Balıkesir illerinin halkı Jet ve ağır bombardıman uçaklarının gürültüsüne karşı muafiyet kesbetmiştir. Gece gündüz demeden eğitim uçuşu yapan jetlerimizin sesinden sadece şehrin yabancısı olanlar rahatsızlık duyarlar. Alışkın olmayan kulakları tırmalayan tayyare sesi, her hâlükârda sabahın köründe tank sesiyle uyanmaktan iyidir.
Son senelerde mahalle aralarında çoluk çocuğun oynadığı kaynana zırıltısı, çatapat, maytap, kız kovalayan tarzı muzırlıklar, yerini gecenin köründe atılan havai fişeklere bıraktı. Bilmeyenler, çatışma tepişme var zannıyla panik halinde pencerelere koşarken, kimileri de Mestan Efe’nin dağdan indikten sonra kızanlarıyla havaya mavzer sıkıp kutlama yaptığı günleri hatırladı. Birçok şehrimizde en sıradan bir maç galibiyetinde dâhi memlekette hasta mı var, yaşlı mı var, kanun nizam mı var demeden fütursuzca ateşlenen havai fişekler, beş on sene öncesine kadar sadece zengin düğünlerinde ve özel kutlamalarda göğe fırlatılırdı. Şimdilerde piyasada bolca bulunduğu ve ucuzladığı anlaşılan bu mekanizmalar, geceleri vatandaşın yüreğini hoplatmaya, çoluk çocuğu korkutmaya devam ediyor.
Günümüzde her ne kadar elektrikli araçlar trafikte yaygınlaşmaya başladıysa da patlamalı motor ve motosikletler hâlâ gürültü kirliliği oluşturmada önemli bir yere sahipler. Özellikle pandemi döneminde eve kapanıp yemek sipariş etmeyi alışkanlık haline getiren halkımız bu sektörde inanılmaz bir talep yarattı ve moto-kurye işi birçok risk barındırmasına rağmen gençler arasında cazip bir meslek haline geldi. Ancak siparişi zamanında teslim etmek adına trafikte türlü cambazlıklar yapıp kurallara riayet etmeyen bu arkadaşlar İstanbul trafiğini Hindistan’a benzetmeyi başarıp, pek çok ciddi hasarlı ve ölümlü trafik kazasına da yol açtılar ve açmaya devam ediyorlar. Trafik polisimiz; ehliyetsiz, kasksız motor sürücülerine aman vermese de bu curcunanın içinde araç kullanmaya çalışan bizler, sağımızı solumuzu önümüzü ve arkamızı daima kollamamız gerektiğini unutmamalıyız.
Birçoğumuz büyük şehirlerin trafik gürültüsüne o kadar alıştı ki kar yağdığında veya kıra bayıra gittiğimizde kulağımızdaki uğultunun kaybolduğunu fark edip rahatlıyor ve huzur buluyoruz.
Karla kaplanmış şehirde dışarıya adım attığımızda ilk fark ettiğimiz derin bir sessizlik olacaktır. Yeni yağmış karın gürültüyü azalttığı, kar tanelerinin yapısından dolayı ses dalgalarının şiddetini düşürdüğü bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Kar yağdığında doğal olarak normal trafik akışı da olmadığından ortalık sessizliğe bürünür.
Avrupa Birliği ülkelerinde başlatılan Sessiz Şehir girişimi olumlu sonuçlar vermiş, pek çok ülke gürültü kirliliğinin üstesinden gelmeyi başarmıştır. Ülkemizin yoğun gündemi arasında bu konu gerilere düşmüş gibi görünse de dert edinip çaba harcayan, raporlar hazırlayan, çözüm önerileri paylaşan bilim adamı ve akademisyenlerin sayısı az değildir.
Karayolu gürültüsünü minimize etmek için; toplu taşımayı teşvik etmek, asfalt kalitesinin artırılması, araç lastiklerinin iyileştirilmesi, köprü ve viyadüklere ses perdeleri yapılması, bisiklet ulaşımının yaygınlaşması gerekirken, yerli yersiz, klakson çalınması, patinaj çekilmesi gibi hareketlere de caydırıcı cezalar getirilip bu konuda sürücü bilinçlendirilmesi gerekmektedir.
Murathan Mungan Şairin Romanı adlı kitabında şöyle diyor:
“Sessizliğin kıymetini bilenler yalnızlığı taşımasını da bilirler”