“İnsanlık, her çağda bilinmezlik karşısında bir sığınak aradı. Kimi zaman dinlere tutundu, kimi zaman bilime; ama bugün bakıyorum, ekranların ışığında yepyeni bir “hurafe pazarı” kurulmuş durumda. TikTok’un, Instagram’ın, YouTube’un akışlarında; hiçbir bilimsel karşılığı olmayan, hiçbir deneye dayanmayan, hatta kendi hayatında bile bu deneyimleri yaşamamış insanların anlattığı akıl dışı iddialar milyonlara ulaşabiliyor. Daha kötüsü, insanlar buna hem inanıyor hem de para ödüyor.
Bir kâğıt ve kalemle “Merve ile Ahmet barışır mı?” sorusuna cevap veren, “Adını yazıyorum, enerjini okudum” diyen, “Üzerinde büyü var, 300 TL’ye çözerim” diye korku tacirliği yapan yüzlerce hesaba bakınca tek bir gerçek netleşiyor: Bilgi çağında yaşıyoruz ama akıl tutulmasının en karanlık dönemini geçiriyoruz.
Eskiden medyumlar arka sokaklarda, loş odalarda çalışırdı. Bugün herkesin avucunda:
Bir telefon, bir tripod, bir de özgüven…
Hepsi bu.
Hiç okuma yapmamış, psikoloji bilmeyen, insan davranışından anlamayan, bilimsel terminolojiye dokunmamış kişiler; insan kaderini, ilişkilerini, geleceğini yorumlama cüretini gösteriyor. Daha da vahimi, bunu izleyen kitlelerin sanki mutlak bir gerçekmiş gibi büyülenmesi. Çünkü insanlar hâlâ aynı zayıf noktaya sahip:
Belirsizlikten korkuyorlar ve birinin onlara bir “kesinlik” vermesini istiyorlar.
O kesinlik isterse tamamen yalan olsun, fark etmiyor. Psikoloji bu durumu çok net açıklıyor: İnsan duyduğuna inanmak ister. “Barışacaksınız” cümlesi, aradığı teselliyi verir. Gerçek olmasına gerek yok.
Geleceğini bilememek, bazılarında dayanılmaz bir baskı yaratır. Biri çıkar “Şöyle olacak” der, kişi hemen tutunur. Bir yayında 3 bin kişi varsa, izleyenler “Demek ki doğru bir şey var” zanneder.
Halbuki kalabalık, gerçeğin ölçüsü değildir.
Cehalet eskisi gibi bilgisizlik değil; bilgisi olmayanın kendini uzman zannetmesi hâlidir Bilimin temel kriteri bellidir: Gözlemlenebilir, ölçülebilir, tekrarlanabilir olması. Birinin duygularını kâğıttan okumak mümkün mü?
Hayır.
Bir ilişkinin kaderi, bir yayının ortasında söylenen iki kelimeye sığar mı?
Hayır.
Bir “enerji uzmanı” kişinin doğum tarihine bakıp hayatını çözer mi?
Yine hayır.
Bunların hiçbiri bilimsel bir zemine oturmuyor. Sadece insanların en kırılgan anlarını sömüren bir “duygu ticareti” yürütülüyor.
Çünkü insanlar hayat kararlarını bu hurafelere göre veriyor: Bir çift ilişkisinde konuşmak yerine “fal sonucuna” göre ayrılıyor. Bir genç iş bulmak yerine “büyü bozma” peşine düşüyor. Bir kadın psikolojik sorunlarını çözmek yerine “enerji temizliği” satın alıyor. Bir aile maddi sıkıntıları varken, son paralarını yayınlara bağışlıyor. Bu sadece komik değil, toplumsal bir travma. İnsan aklının, emeğinin ve bilimin yerine; boş iddiaların, para tuzaklarının geçmesinin sonuçları yıllarca sürer.
Bir Gerçeği Kabul Edelim: İnsanlar “kolay çözüm” istiyor. Çünkü kolay olan satılır, gerçek olan yorucudur.
Bilim sabır ister, zahmet ister. Mistik ve sahte söylemler ise emeksiz bir umut sunar. Ama umut, gerçek dışıysa insanı iyileştirmez tüketir.
Bu gürültülü hurafe pazarının ortasında, bilginin sesi çoğu zaman daha sessizdir. Çünkü bilgi bağırmaz. Kanıt ister. Zekâ ister. Emek ister. Ama şu da bir gerçek: Sessiz olan, her zaman doğruya daha yakındır. İnsan aklı bir mucizedir ama aynı zamanda en büyük zaaflarımızın da kaynağıdır.
Bu yüzden her bilgiye değil, kanıta inanmalıyız.
Kendimize şu soruyu soralım: Bir insanın kaderi, bir telefon ekranının arkasındaki hiç tanımadığımız birinin iki kelimesine indirgenecek kadar ucuz mu? Gerçeği aramak, çoğu zaman zorludur. Ama hakikatin yeri, hiçbir zaman 3 dakikalık canlı yayınlarda olmadı.




