Günümüz Türkiye’sinde sosyal medya, yalnızca bir iletişim aracı olmaktan çıkıp hayatın her alanında belirleyici bir güç haline geldi. Artık yasaların düzenlenmesinden, adaletin sağlanmasına, siyasi kararların alınmasına kadar pek çok alanda sosyal medyanın etkisi hissediliyor. Sosyal medya; bireylerin görüşlerini ifade edebildiği, yanlışları ifşa edebildiği bir mecra olduğu kadar, doğru kullanılmadığında toplumu manipüle eden bir platforma da dönüşebiliyor.
Birçok kişi için adalet arayışı artık mahkeme salonlarından önce sosyal medya platformlarında başlıyor. Özellikle haksızlığa uğradığını düşünen bireyler, sosyal medya aracılığıyla yaşadıklarını paylaşarak kamuoyu oluşturuyor. Çoğu zaman bu baskı, hukuki süreçleri hızlandırabiliyor veya adaleti geciktiren mekanizmaları harekete geçirebiliyor. Ancak burada bir sorun ortaya çıkıyor: Sosyal medyada yaratılan algılar, adaletin duygusal ve manipülatif bir şekilde sağlanmasına neden olabiliyor. Toplumsal baskı ile alınan geri adımlar, bazen hukukun ruhuna aykırı olabiliyor ve “linç kültürü” adı verilen bir tehdidi beraberinde getiriyor.
Son yıllarda yasaların hazırlanmasında da sosyal medyanın ciddi bir etkisi olduğunu görüyoruz. Tartışmalı bir yasa tasarısı gündeme geldiğinde, kamuoyunun sosyal medyadaki tepkisi belirleyici oluyor. Hükümetler ve siyasiler, sosyal medyadaki tepkilere göre geri adım atabiliyor ya da düzenlemelerde değişiklik yapabiliyor. Bu durum, demokratik katılımın artmasına olumlu bir katkı sunsa da uzun vadede devlet mekanizmalarının popülist yaklaşımlarla karar almasına yol açabiliyor.
Sosyal medya, bireylerin yaşam tarzı tercihlerine kadar nüfuz etmiş durumda. Gıda trendlerinden sağlıklı yaşam akımlarına, vegan diyetlerden detoks kürlerine kadar her şey, sosyal medyanın dayatmalarıyla şekilleniyor. Sosyal medya fenomenleri, milyonlara ulaşan içerikleriyle neyin “doğru” neyin “yanlış” olduğunu belirlemeye başladı. Ancak her bireyin farklı bir yaşam koşulu olduğu unutuluyor ve insanlar, sosyal medyada dayatılan trendlere uymak zorunda hissediyorlar.
Sosyal medyanın bu denli güçlü bir platform haline gelmesi, beraberinde büyük bir sorumluluğu da getiriyor. Toplumun bu mecrayı doğru kullanabilmesi için medya okuryazarlığının artırılması şart. Bilginin doğruluğunu sorgulamadan kabul eden bireyler, yanlış yönlendirilmeye açık hale geliyor. Sosyal medyanın etkili ve doğru kullanılabilmesi için: Bireylerin sosyal medyada gördükleri bilgileri analiz edip sorgulayabilmesi için eğitimlerin yaygınlaştırılması gerekiyor.
Yasaların Güçlü ve Adil Olması: Hukuki süreçlerin sosyal medya baskısıyla değil, bağımsız ve adil bir şekilde işlemesi sağlanmalı.
Fenomen ve Etkileyicilerin Sorumluluğu: Sosyal medya fenomenleri, büyük bir kitleyi etkilediklerinin farkında olmalı ve etik kurallar çerçevesinde içerik üretmeli. Duygusal Tepkiler Yerine Bilinçli Hareket: Toplum olarak anlık tepkilerle değil, bilinçli ve uzun vadeli düşünerek hareket etmek önem kazanıyor.
Sosyal medya, bireylerin sesini duyurabileceği ve toplumsal sorunlara dikkat çekebileceği önemli bir araç. Ancak bu araç, doğru kullanılmadığında hem bireysel hem de toplumsal zararlara yol açabiliyor. Sosyal medyanın yaptırım gücü, toplumu bilinçli bir şekilde yönlendirmek için kullanıldığında büyük bir fırsat sunar. Ancak manipülatif ve anlık tepkilerle hareket edildiğinde ise adaleti, yasaları ve yaşam alışkanlıklarını zedeleyebilir. Önemli olan, bu mecranın gücünü doğru kullanarak topluma fayda sağlamak ve geleceğimizi sağlıklı bir şekilde inşa etmektir.
