ALPER LÜTFİ GÖNCÜ

Tarih: 15.12.2024 08:32

ÜÇ İBİKLİ ARSA

Facebook Twitter Linked-in

Günümüzden kırk kırkbeş sene öncesiydi…Arsanın yola bakan köşesinde bulunan garajımızın karşısındaki izbe kahvede ayakkabısının arkasına basan kara bıyıklı adamlar ile iş bekleyen ameleler daimî dumanaltı olarak muhtelif kâğıt oyunları ile domino oynarlardı.

 

 Okey henüz yaygınlaşmamıştı. Arka cebinde horozlu yuvarlak ayna, mintan göğsünde Samsun sigarası olanlardan bazıları belli aralıklarla garajın duvarına işemeye gelirlerdi. O vakitler kahvelerde helâ olmazdı. Kahvehane erbabı sıkıştığında duvar dibi, ağaç altı, buldukları yere siğerlerdi. Kimileri kahveye mobiletiyle gelir, bizim garajın tam önüne park ederlerdi. Arabamızı çıkaracağımız zaman karşı kahveye girip motorun sahibini sormak benim görevimdi. Ama her seferinde içeri girerken sıkılır, güç bela meramımı anlatır, oyun masasından homurdanarak kalkan elemana garajın önünü açtırırdım. Garajdan araba çıkarma işkencesi beş on sene sürdü. Sonrasında garaj, belediye tarafından yıktırıldı da hem arabayı zar zor park etmekten hem de garajın önüne konulan araçları çektirmekten kurtulduk. Yorgan gitmiş, kavga bitmiş; ancak garajın içine sığınıp yavrulayan sokak kedileri açıkta kalmıştı.

Amele kahvesinin bir özelliği de haftanın belli günlerinde horoz dövüşü yapılmasıydı. Dövüş günleri horozunu kapan kahveye dolar, en nadide Adana horozları, gaga, ibik, boyun, pençe didişir, kafaları cascavlak kalana kadar kan revan içinde kıyasıya dövüşürlerdi. Horozların bacak ve göğüslerine ispirto ile masaj yapılır, boyunlarına rakı sürülür, kırılan gagaları japonla yapıştırıp dövüşe devam ettirilirdi. O seneler, şimdiki gibi aşırı hassas hayvan severler ve cemiyetler yoktu. Her türlü hayvan dövüştürmek serbest idi. Tabii hayvanlar haybeye dövüştürülmez, ortada ciddi bahis dönerdi.

Rafine zevkleri olan kimi esnafın dükkânında kanarya veya bülbül öter, guguklu saat olan bazı evlerde ise seyredeni rahatlatan akvaryumlar bulunurdu. Kedi besleyenin tek kedisi olur, cins köpek pek nadir görülürdü. Köylerde davar köpeği, meraklılarda olsa olsa Alman kurdu, avcılarda da Pointer türü av köpeği olur o da bağda bahçede beslenir, sokakta gezdirene rastlanmazdı. Pitbull, Dogo, Rottweiler gibi kırma köpekler henüz memlekete girmemişti. Atlar eşekler, az miktarda da katır her an hizmete hazırdı.

Şehirde kulaktan kulağa yayılan kuduz haberleri, Belediye’yi harekete geçirir, mevsimlik çalışan mirav taifesi, sezon dışında köpek itlâf etmeyi görev edinip tek kırma veya çifte tüfeng ile sabahın köründe, sokak köpeklerini katlederek eşek cennetine gönderirlerdi.  

Patlak topla maç yaptığımız, pisin pasağın içinde türlü oyunlar oynadığımız üçgen arsanın bir köşesinde akasya ağaçları, diğer köşesinde kireç kuyusu bulunmaktaydı. Paslı isketin çivileriyle pes oynadığımız en güzel zemin burasıydı. Ekmeğin üzerine sürülüp balla yenecek kıvamdaki kaymak kirece sapladığımız çiviler belirgin izler çıkarırken pür dikkat bir sonraki hamleyi düşünürdük. Arsanın diğer kısımlarında toz toprak ve araba beygirlerinin yemliklerinden dökülen saman kalıntıları uçuşurdu. Sokağın karşısındaki yorgancının havaya savurduğu mitil pamukları ile yün parçaları hafif rüzgârla kavun karpuz kabuklarına yapışırdı. Gezgin kalaycılar, evlerden topladıkları bakır kapları arsamızda kalaylarken kimi komşular da burada salça kaynatırlardı. Kurban bayramlarında kesim istasyonu olarak kullanılan arsada bulunan ağaçlara, Naynas’tan, Gülüce’den gelenlerin eşek, katır bağladıkları olur, bir vakit sonra sıkılan hayvanlar, akasya ağacının kabuklarını kemirir arada sırada tepişirlerdi. Ben de aşağıya oyun oynamaya inmediğim zamanlar, olanı biteni balkondan seyrederdim.

Arsanın karşısındaki mütevazı apartmanın orta katında Kalaycı Veli Bahşi’nin tombul kızı Müjgan abla pencereye yaslanıp geleni geçeni seyreder, çatıda beslediğim güvercinlerin hareketlerine varana kadar her şeyi takip ederdi. Es kaza kiremitlerin üzerine çıkarsam anında fark edip annemi arar, çatıda olduğumu haber verirdi. Çatıya çıkmam kaç kere yasaklandıysa her defasında bir bahane bulup güvercin mıntıkasına sızmışımdır. Müjgan abla camdan cama sohbet erbabı olduğundan mahallenin güncel dedikodularına hâkim bir pencere müftüsü görünümündeydi. Babasının kalaycılık kariyerinin yanında muhtarlık görevi de olduğundan tüm Sırali Mahallesi onlardan sorulurdu. Kelle üttürmek için arada bir Veli Bahşi’nin Ortaçağ’dan kalma bir büyücü mağarası kıvamındaki izbe kalaycı dükkanına gider, ütülme sırası bekleyen dizi dizi kuzu kellelerini her görüşümde ürpererek Veli ustanın kap kacak kalaylama prosesini seyrederdim.

O zamanlar tek veya iki katlı şehir evlerinin çoğunda ahır olur; sığır, sıpa beslenirdi. Niğde’nin sarımtırak yontu taştan inşa edilmiş toprak damlı karakteristik konutlarının etrafında eşelenen tavuklar her gün yumurtlardı. Ahırdaki gübre ve evin çöplerinden nasiplenen hayvancağızların bugün hayal bile edilemez kıvam ve lezzetteki yumurtaları o vakitler bize olağan gelirdi.

Mahalle komşumuz Eskigümüşlü Hacı Seyid Ağa’nın evinin altında da ahır vardı. Oldukça loş ve sıcak olan ahırda bağlı olan inekler her sabah İmaret-Amas taraflarına yayılmaya gider, akşam da kendiliklerinden ahıra dönerlerdi. Ahır manzaralarından en zevklisi süt sağımını seyretmek, en hüzünlüsü de anasını emmeye yanaşan buzağının tekmeyle uzaklaştırılmasıydı. Sarı ineklerin südü günaşırı bize de gelir, bir kaba konduğunda üzeri 1 cm kalınlığında gaymak tutardı. Şimdilerde nasıl o yumurtaların tadı yoksa, südün o eski nefaseti, kaymağın lezzeti de yok.  


Gün akşama kavuşurken mahallemizde tatlı bir telaş olur, kahve ahalisi dağılmaya, motorlar çalışmaya başlar, kepenkler gürültüyle iner, Hacı Seyit ağanın inekleri yaylımdan döner, ebabil kuşları tiz çığlıklarla altlı üstlü uçuşa başlar, batmakta olan güneşin son huzmeleri İtulutmaz tepelerini kızıla boyardı. Akşam ezanı öncesi evlerine yetişmek isteyen Paşa Hamamı müdavimi hanımlar ıslak saçlarıyla seğirtirlerdi. Bunlar arasında elinde tahta bavulu ve fare rengi mantosuyla Kara Süheyla ile Kütüphane Müdiresi Özgür Bilen göze çarpardı. Bilen’in hamam sefalarında ona eşlik eden ablası Özer, Sultan ve Nevriye yengeler ile Nurşen abla, hamam çıkışı, tek sıra yürüyüş kolu şeklinde evimizin önünden geçerlerdi. Bilen, idarecilik yaptığı yıllarda işine olan saygı ve sevgisi dışında temizliği, titizliği, estetik değerlere verdiği önem ile öne çıkmıştı.

At arabacı İlyas Çavuşun durağı da bizim arsaydı. Kahvenin yanı başındaki uncunun nakliyesini yaptıktan sonra döner gelir arsada iş beklerdi. Biz de kimi zaman eli yüzü una bulanmış İlyas Çavuşa sandık, sepet ufak tefek yük taşıtırdık. Civardaki herkesin bir şekilde istifade ettiği bir hayrat görünümünde olan üçgen arsamız, parke taş döşendikten sonra o günden bugüne bedava otopark olarak halkımıza hizmet vermeye devam ediyor.


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —