Artık neredeyse her alanda aynı manzarayı görüyoruz: Birileri bir şeyler yapıyor ama kimse işini hakkıyla yapmıyor. Kahvede çay soğuk geliyor, markette etiket yanlış, hastanede sıra karışık, kurumda evrak eksik. Herkes birbirine kızıyor ama kimse kendi yaptığı işin kalitesine bakmıyor.
Bu çağın en büyük salgını tembellik değil, sorumsuzluk. Çünkü insanlar artık “işini iyi yapmak” yerine “işi bitirmek” peşinde. Oysa aradaki fark, bir ülkenin geleceğiyle çöküşü arasındaki fark kadar büyüktür.
Bir marangozun masası yamuksa, bir öğretmen öğrencisine umutsuzluk aşılıyorsa, bir gazeteci gerçeği araştırmadan yazıyorsa, bir siyasetçi koltuğu için çalışıyorsa…
Sonuç hep aynıdır: Toplumsal çürüme…
Eskiden ustalık, ahlakla ölçülürdü. Bugünse “idare eder” kültürü her yere sirayet etmiş durumda. “Zaten kimse fark etmez” diyerek yapılan her iş, ülkenin omurgasından bir parçayı koparıyor.
Oysa fark eden var: Gelecek kuşaklar. Onlar, bizim bugünkü umursamazlığımızın bedelini ödeyecekler.
İşini iyi yapmak artık sadece bir görev değil, bir vicdan meselesidir.
Bir işi hakkıyla yapan, sadece kendini değil, toplumu da onarır.
Çünkü iyi yapılmış her iş; bir gazetede satır, bir fabrikada cıvata, bir okulda öğrenci, bir kalpte umut olarak kalır.
Bu yüzden, hepimiz kendi alanımızda şu soruyu sormalıyız:
“Ben işimi iyi yapıyor muyum, yoksa sadece yapmış gibi mi davranıyorum?”